top of page

Karia Yolu Yürüyüşü(Gökova Körfezi)

  • Yazarın fotoğrafı: Elçin Yüzgüleç
    Elçin Yüzgüleç
  • 4 Haz
  • 17 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 15 Haz

Yeni bir kız kıza yürüyüş yolu macerasıyla daha herkese merhaba! Macera demem boşuna değil, gerçekten öyleydi:)) Müthiş manzaralar, bolca kaybolmalar, sakatlıklar, kahkahalar ve isyanlarla dolu bir yazı sizi bekliyor.  Kızlarla beraber yaptığımız 4. yürüyüşümüzü bu sefer Likya yolunda değil de ona göre çok daha az popüler olan Karia yolunda yapmaya karar verdik. Bunun 2 temel sebebi var:


Akyaka'dan Turnalı'ya giderken denizi ilk gördüğümüz yer :))
Akyaka'dan Turnalı'ya giderken denizi ilk gördüğümüz yer :))



  • Birincisi, Likya yoluna 3 kez gittik ve en çok ilgimizi çeken etapları gördük. (Hepsi sitede mevcut!)

  • İkincisi, daha önce deneyimlediklerimizden daha farklı bir coğrafyaya gitmek istedik. Ha Antalya ha Muğla diye düşünebilirsiniz ama dağın yapısı, rakıma ve ufak hava koşullarına bağlı olarak bitki örtüsünün yapısı çok değişebiliyor. Ve biz artık çok iyi biliyoruz ki bu yürüyüşlerin insanda yarattığı etki oraya turistik bir gezi yapmaktan tamamen farklı.


Karia yoluna gitmeye karar verdikten sonra bu yolu bize kazandıran insanların hazırladığı çok güzel bir site var. Planımızı temel olarak oradan oluşturduk.


Karia yolu, Türkiye'nin en uzun mesafeli yürüyüş rotası olarak geçiyor. 850 km uzunluğundaki rota Bozburun ve Datça Yarımadaları, Gökova Körfezi, İç Karia ve Muğla çevresi olmak üzere 5 bölüme ayrılmış olsa da Bozburun Yarımadası ve Gökova Körfezi etabındaki bazı kısımların 2023 yılında çıkan yangınlardan dolayı devrilmiş ağaçlar, bu alanlarda kesim yapılması ve rotadaki işaretlerin kaybolması nedeniyle yürüyüşe uygun olmadığı sitede yazıyor. Biz başlangıçta rotamızı Datça Yarımadası olarak belirlesek de çadır taşımayacağımızdan ve bazı yerlerde konaklama problemi yaşayacağımızı düşündüğümüzden (mesela Domuzçukuru) rotamızı Gökova Körfezi'nin yürünebilir kısımlarına çevirdik ve şöyle planladık:


1.Gün: Akyaka-Turnalı

2.Gün: Turnalı-Sarnıçköy

3.Gün: Sarnıçköy-Akbük

4.Gün: Akbük' te şelale yürüyüşü


Ancak Sarnıçköy'de kalacak yer bulamadığımızdan Turnalı-Sarnıçköy-Akbük rotasını tek günde yürümeye karar verdik ve o gün çok yorulduğumuzdan ve Akbük'e hayran kaldığımızdan ertesi sabah şelale yürüyüşünü iptal edip deniz kenarı keyfi yapmaya karar verdik. Sonuç olarak rotamız şöyle oldu:


1.Gün: Akyaka-Turnalı (16 km, max irtifa 411 m)

2.Gün: Turnalı-Sarnıçköy-Akbük (26 km, max irtifa 980 m)

3.Gün: Akbük'te takılma, Akyaka' ya transfer

4.Gün: Akyaka' da sabah yürüyüşü-keşif (10 km)


Son günü de her zamanki gibi dinlenme ve keyif günü olarak belirledik ve Akbük'ten Akyaka'ya transferle dönmeye karar verdik. Yürüyüşümüzü nisan sonu olarak planladık. (En son haziranda yapmak durumunda kalmıştık ve çok pişman olmuştuk.) Kısa bir özet yaptıysak her zamanki gibi çanta hazırlığı ile başlayalım.


3-4 günlük bir doğa yürüyüşü için nasıl çanta hazırlanır ve nasıl hazırlanmaz , tecrübelerimize dayanarak ayrıntılı bir şekilde yazmıştım. Merak edenleri böyle alabilirim.


Nisan, Gelincik Tarlaları, Ada çayı ve Kekik Kokuları



Bu yürüyüşün en büyülendiğim kısımları sanırım yüksek rakımlarda ada çayı ve kekik kokularının içinde yürümek ve her yerde karşımıza çıkan gelincik tarlalarının can alıcı kırmızısının maviyle, yeşille buluşmasının gözümde yarattığı bayramdı.

Karia yolu gelinciklerle doluydu:)
Karia yolu gelinciklerle doluydu:)

Bu, nisan ayında yaptığımız 2. yürüyüş ve ikisi de harikaydı. İlki aynı zamanda ilk Likya yolu yürüyüşümüz olan Ovacık-Faralya rotasıydı. Nisan ayı hem bahar coşkusunu hissetmek hem bunalmadan yürümek ama aynı zamanda üşümemek ve yağmur riskinin azlığından dolayı Ege ve Akdeniz bölgelerinde çok ideal. Ancak ilk defa bu yürüyüşümüzde ara ara yağmur yağdı, hep kısa süreliydi ve ferahlatıp bitti diyebiliriz. Yine de yağmurluklarımız ve çanta örtülerimiz olmasa mutsuz edebilirdi.


Hazırsanız biraz daha ayrıntıya girmeye ve gün gün ne maceralar yaşadığımızı anlatmaya başlıyorum!


1.Gün : Akyaka'ya Varış


Akyaka'ya uçakla ulaşım için 2 seçenek var: Dalaman Havalimanı ya da Milas-Bodrum Havalimanı. Dalaman çok daha yakın ancak uçuş seçeneği daha az. Ekibin bir kısmı Adana' dan Bodrum'a uçup araba kiralayarak Akyaka'ya ulaştı. Kişi sayısına bölündüğünde transfer ve aktarmalardan hem daha ucuza geldi hem de daha konforlu oldu. İstanbul'dan gelen ben ise Dalaman uçuşundan sonra Marmaris'e giden Havaş'a binip Gökova kavşağında indim. Hemen inilen yerde bir taksinin numarası olsa da ben geç saatte indiğimden (22.30) herhangi bir otobüs vs görmedim. Beni arkadaşlarım aldı, bana indirdikleri nokta bir tık ıssız geldi, gitmeden bakmakta fayda var.


Akyaka'da konaklama için Ula Öğretmenevi'ni tercih ettik. Konumunun başlangıç noktamıza oldukça yakın olması ve ucuz olması tercih sebebimizdi. Yürüyüşün dinlenme ve tatil kısmına geçene kadar konaklamaya yüksek bütçe ayırmayı gereksiz bulan bir ekibiz. Sıcak suyu ve yatağı olan temiz bir yer olması yeterli. Öğretmenevinin temizliğinden çok memnun kalmasak da çok daha kötü yerlerde uyuduğumuz olmuştu. Ancak sıcak su yoktu mesela, elektrikli ısıtıcı bozuktu, yürüyüş gününün devamına gelse mutsuz ederdi.


Öğretmenevine vardıktan sonra yol arkadaşlarımla 'Geldik yine be!' sarılması ve ertesi gün planının üstünden hızlıca geçtikten sonra odalara geçtik. Yatakta yaptığın kız sohbetiyle tatlı tatlı uykuya dalmanın tadını bilenler bilir:))))


2.Gün : Akyaka-Turnalı Yürüyüşü


Merhaba dut ve yeni dünya, merhaba mis gibi hava, merhaba kuş sesleri, merhaba başımı kaldırdığımda karşıma çıkan devasa binalar ve beton yığını yerine gördüğüm limon bahçeleriyle dolu müstakil evler:))

Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz :))
Anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz :))

İşte ilk gün sabah bu hislerle başladı. Kızlar 10 dk uzaklıktaki benzinliğe sıcak kahve ve sandviç almak için gidip geldikten sonra (arabanın çok ekmeğini yedik) arabayı hemen öğretmenevinin dışındaki uygun bir araziye park ettik ve yürüyüşe başladık.


Yaklaşık 15 dk sonra rotanın başlangıç noktasındaydık. Oraya gelene kadar yola sarkan her dut ve yenidünya ağacında tadım molası vermesek daha kısa sürebilirdi tabii:) Son yıllarda yediğim en en lezzetli dut ve yenidünya Akyaka'daydı! Yürüyüşe başlangıç selfiesi de çekildi ve çam ağaçlarının arasındaki toprak arazide tatlı bir tırmanışla yol başladı. Şu çanta işi olmasa her şey çok daha kolay olacak hissi daha başlar başlamaz geldi. Ancak çanta olmasa, istediğimiz yerde istediğimiz an konaklayamama durumu ya da bir rehbere bağlı kalma zorunluluğu doğduğunu bildiğimizden özgürlüğümüz için biraz yük taşımaya hep razı geliyoruz :)


Turnalı'ya giden yolun başında fena olmayan bir tırmanış yapsak da yol genel olarak çok zor değil. Yol boyunca ara ara yerleşimler var. Henüz Karia yolu turistik değil . Evinin balkonuna sarkan asmadan yaprak toplayan bir amcayla selamlaşıyoruz, yürüyüşten sonra akşam sarmaya gelin diyor:)) Rota boyunca karşılaştığımız bölgenin insanları o kadar tatlı ve samimiydi ki! Bir yandan temiz hava, bir yandan artan beden ısımız ve kalp atışlarımızın getirdiği dopamin, bir yandan iyi insanlarla karşılaşmanın verdiği his ve her yerden fışkıran bahar çiçekleriyle mutluluğumuz artıyor.


Çam ağaçlarıyla kaplı toprak arazide tırmanırken bir yerde yolu kaçırıp asfalt yola çıksak da tekrar rotaya kolayca giriyoruz. Yaklaşık 2 saat tırmandıktan sonra denizi ilk kez tepeden gördüğümüz noktaya geliyoruz. Bir yolculuk yaparken denizin ilk kez görüldüğü an hissedilen mutluluk, çocukluğumdan kalma çok tanıdık, sıcacık bir his.


Yola çıktıktan 2,5 saat sonra da ilk dinlenme ve kahvaltı molamızı papatyalar ve gelinciklerle süslü çimenlerin arasında veriyoruz. Artık deneyimliyiz, yürüyüş devam ederken ağır şeyler yemememiz gerektiğini yaşayarak öğrendik. Tamamen tok hissetmeden ama bedeni de besinsiz bırakmadan yapılan yürüyüş en iyi hissettireni. Basit, sağlıklı karbonhidratlar ve protein ağırlıklı tüketim bana uzun süreli yürüyüşlerde en iyi geleni.


Bu tabela farkındalığımızı arttırdı. Yürüyüş yollarında bu tarz tabelaların artması ne güzel olur.
Bu tabela farkındalığımızı arttırdı. Yürüyüş yollarında bu tarz tabelaların artması ne güzel olur.


Yolda peşimize takılıp molaya kadar bizimle gelen yeni köpek arkadaşımız bu noktada geri dönüyor ve karşımıza ada çayı, kekik, defne toplama rehberi diye hem çok bilgilendirici hem görselleri çok başarılı bir tabela çıkmasıyla farkındalığımız artıyor ve büyüleyici kokular eşliğinde yürürken hayatımızda ilk defa ada çayının dalında taze taze halini görme ve koklama imkanı buluyoruz. Ah, o koku! Doğa yürüyüşlerinin en harika hissi bu galiba: Keşif duygusu, çocuksu merakın uyanışı...

Tazecik dağ adaçayı. Hayatımda ilk kez dalından koklama, toplama imkanım oldu. Müthiş bir deneyim ve koku.
Tazecik dağ adaçayı. Hayatımda ilk kez dalından koklama, toplama imkanım oldu. Müthiş bir deneyim ve koku.


Rotada yer yer yağmur yağıyor, şiddeti çok yüksek değil ve hızlıca bitiyor. Bu yüzden de rahatsız etmek bir yana bizi mutlu ediyor. Ancak şiddetli yağmurda çantalar ıslanıp tüm kıyafetler giyilemez duruma gelebileceğinden ve ıslak çoraplarla yürümek bir süre sonra sorun olacağından bir yere sığınmak zorunda kalabilirdik.

Ya da ormanda denk gelsek yıldırım riskini arttıran bir seçenek olabilirdi. Demem o ki bahar ayları güzel ama hava durumunu, rotanın ne kadarını ormanın içinde veya telefon çekmeyen bölgede geçireceğinizi, yağışların süresini ve şiddetini kontrol etmek önemli. Bizim ilk yağmurlu deneyimimizdi ve çok keyifliydi.


3 saat sonra artık ormanın içindeki patikadayız. Yönlendirmelerin çok kötü olduğunu söylemiş miydim? Bilmeyenler için şöyle özet geçebilirim. Herhangi bir ormanın içinde yürümek yerine daha önce birileri tarafından keşfedilmiş, işaretlenmiş ve resmiyete geçmiş rotalarda yürüme amacımız elbette daha güvenli hissetmek. Benim karşılaştırma yapabileceğim sadece 2 yol olduğundan mecburen Likya Yolu ile kıyaslıyorum. Likya Yolu'nda az işaret var dediğimiz kısımlar bile buraya göre çok kalıyor. Yolda işaret takibi yapamayınca rahatlıkla yanlış yola sapıyorsun. Bunun olmaması için de sürekli Wikiloc'tan önceden yürümüş birisinin rotasını takip etmek gerekiyor.Bu yüzden size de önerim eğer bizim gibi rehbersiz, araçsız yürüyorsanız yürümeye karar verdiğiniz yolun çevrimdışı haritasını indirip kaydetmeniz.


Zemin toprak ve çam ağaçlarının kurumuş dallarıyla kaplı. Bu yüzden yağmurun toprağı hafif ıslatmış olması ayakkabıların tutuculuğunu artırıyor ve işimizi bir nebze kolaylaştırıyor. Rota bir yerde düzleşiyor ve zeytin ağaçlarıyla dolu bir yere çıkıyoruz. Burada bir tane ev ve bahçesinde de dost canlısı, kendini sevdiren keçiler var :)



Zeytin ağaçları ve Kıran dağı
Zeytin ağaçları ve Kıran dağı

En önde açık yeşil renkli zeytin ağaçları, arkasında koyu yeşil çam ağaçları onun da arkasında puslu ve heybetli görüntüsüyle Kıran Dağları var.


Turnalı köyüne inişe geçtiğimiz kısımda tekrar ormanın içine giriyoruz ve benim için rotanın en zorlu kısmı başlıyor. Zemindeki irili ufaklı taşlar zaten 14 km boyunca yorulmuş ayak bileklerimizi çok zorluyor. Sırtımızdaki ağır çantanın yükü de inişte ayakları çok daha fazla yoruyor. Ormanda sıkça karşılaştığımız devrilmiş devasa ağaçların üstünden geçmek de günün ilerleyen saatlerinde yorucu bir hal alıyor.  Baton desteği alsak da artık yol bitsin istiyorum. Bu arada şort giyen arkadaşlarımdan birisi bacağında yürüyen şeyin kene olduğunu düşünmesiyle çığlığı basıp oracıkta tayta geçiş yapıyor. İlk defa böyle bir şeyle karşılaştık, uyarımı yapmış olayım. Ayrıca yol belli ki sık kullanılmadığından her yer çalılarla dolu, çok değer vermediğiniz bir tayt/uzun alt giymenizi öneririm. Buna rağmen bolca çizilme ihtimaliniz yüksek.


Bir süre sonra dik inişli, taşlık orman zeminden Turnalı köyüne inen düz toprak patikaya varıyoruz. Kısa bir süre sonra yol asfalta bağlanıyor ve konaklayacağımız yere yaklaşık 3 km kalmışken birimizin hemen yola indiğimiz yerin karşısındaki gözlemeciye (Sultan Ana'nın Yeri) gidip acaba bir Türk kahvesi içip dinlensek mi sorusuna hiç ikiletmeden ikna oluyoruz. Ve yine oradaki ablaların sıcaklığı bizi sarıp sarmalıyor.


Tadı hala damağımda olan mütevazi ve harika soframız
Tadı hala damağımda olan mütevazi ve harika soframız

Çiçekli minderle kaplı birkaç ahşap masa, bank ve muhteşem bir deniz manzarası sunan bu yerde kahvelerimizi içerken ayakkabılarımızı çıkarıp ayaklarımızı uzatmanın ve yargılanmak bir yana dünyanın en sıradan şeyi gibi davranılmasının özgürlüğünü yaşıyoruz. Tatlı bir kahve molası niyetiyle başlayan dinlenme serüvenimiz ablanın 'Taze çay da getirim mi?' demesiyle uzarken ortaya söylenen gözlemeler ile devam ediyor :)) 'Ya ben yemiyim şimdi'ler ortaya gelen sıcacık gözlemenin kokusuyla tabağa uzanan ellere dönüşüyor ve ikinci, üçüncü derken dördüncü gözlemede son buluyor. Patatesli de güzel olsa da otlu peynirlinin tadına doyum olmuyor. Ablanın yanına getirdiği taptaze domateslerin üzerine serpilmiş kaya koruğu ve mis gibi zeytinyağı önce görsel şölen yaratıp sonra gözlemelerimize banmalık oluyor. Bir yanda yoldaki komik şeyleri konuşurken bir yanda masmavi, dupdurgun denizi izliyoruz. Ah, ne güzel bir an! Daha nasıl anlatabilirim?


Turnalı'ya inince sizi böyle bir manzara bekliyor
Turnalı'ya inince sizi böyle bir manzara bekliyor

Tekrar ayakkabıları giyip çantaları sırtlanmak zor olsa da belki güneş batmadan denize de gireriz diye tekrar yola koyuluyoruz. Artık asfalttan yürüsek de geçen araba çok az. Keşke iyi niyetli biri çıksa da bizi gideceğimiz yere atıverse, artık çok yorgunuz! Neyse ki saat 17.00 civarı o gece konaklayacağımız yere varıyoruz. Burası bir çiftin evi.(Mira Apart) Onlar alt katta kalıyorlar, üst katta 2 ayrı yan yana daire var. Daireler 1+1 konseptli bir ev gibi. Tuvalet, banyo, mutfak içeride.


Turnalı, bakkalı dahi bulunmayan, çok etkileyici ve bakir bir yer. Konaklama seçeneği çok az, dolayısıyla Google yorumlarda çift hakkında iyi yorumlar okuyunca çok sevindik. Normalde tek gece kabul etmiyorlarmış ama sezon daha açılmadığından ricamızı kırmadılar. Akşam yemek yiyecek bir yer olmadığı gibi malzeme alacak bir yer de olmadığından bize köfte, makarna ve salatayı çok makul bir ücret karşılığında yaptılar. Üstelik ev denize 5 dk yürüme mesafesinde. Yolunuz buraya düşerse kalpten öneririm.


Böylece ben de 2025 deniz sezonunu adını ilk defa duyduğumuz muhteşem doğaya sahip sessiz sakin bir köyün koyunda açtım. Evet su soğuktu ama bütün o yorgunluğun üstüne o buz gibi su bir noktadan sonra çok iyi hissettiriyor. Etrafı dağlarla çevrili denizin içinden doğaya ve gülüşen yol arkadaşlarıma bakarken içimden bir kez daha aynı cümleyi geçiriyorum: Yolda olmak ne güzel, ne güzel!


P.S: Turnalı'nın denizi taşlık ve kıyıdan itibaren bolca deniz kestanesi mevcut. Ben terlikle girdim.


3.Gün : Turnalı-Sarnıçköy-Akbük Yürüyüşü


26 kmlik bu yürüyüş için 16 km yürüdüğümüz önceki gün hepimiz özellikle son kısımlarda çok yorulunca gözümüz bir korkmadı desem yalan olur. Aslında Sarnıçköy bir köy ve sitede de Turnalı-Sarnıçköy, Sarnıçköy-Akbük olarak rota bölünmüş. Ancak biz Sarnıçköy'de hem kalacak yer bulamadığımızdan hem de denizden uzak bir noktada olmasından ve Akbük'ü de araştırırken çok ilgimizi çektiğinden 'Yürürüz yeaaa!' dedik.

Ama Turnalı'da akşam yorgun otururken ve kas gevşeticilerimizi içerken bir de 800 metrelik bir tırmanış yapacağımızı fark edince moraller bozulmadı desem yalan olur:)) Duyan da biri bizi zorla yürütüyor sanır ama her ne kadar çok sevsek ve hep yapacak olsak da içinde yer yer bu hisleri de barındırdığı bir gerçek.

Neyse, ben bir telefonla konuşmaya gidip geldiğimde grup kendini ve birbirlerini motive etmişti. Rotanın ilk 6 km sinde 800 m ye tırmanıyoruz, sonrasında rahatız dediler. (ilk gün yaklaşık 300 metre tırmanmıştık) Bu grubun bu dinamiğini seviyorum genel olarak.

Şimdi daha önce hiç doğa yürüyüşü ve hiking yapmamış olanlar için bu rakamlar çok şey ifade etmeyebilir. 6 km de deniz seviyesinden 800 m ye çıkmak demek bayağı dik bir tırmanış yapmak demek. Dik üçgenin uzun kenarını yürüyormuşsunuz gibi düşünün. Bu bilgileri cebe koyduysak günü anlatmaya başlıyorum.


Fotoğrafın arkasında nezaket ve ufacık bir notla gülümseyen biri var :)
Fotoğrafın arkasında nezaket ve ufacık bir notla gülümseyen biri var :)

Sabah uyandım ve yataktan ayağımı yere koymamla sağ bileğimde ciddi ağrı hissettim. Yanıma koyduğum flasterleri 2 bileğime de sıkıca ve destekleyici bir şekilde sardım ve bu hamle günümü kurtardı diyebilirim. Yolumuz uzun olduğu için sabah 06.30' da evden çıkmaya hazırdık. Ev sahibimiz akşamdan verdiğimiz mataraları doldurmuş ve yanına hesapta bir hata olduğunu ve özür dilediğini belirten bir not ile bir miktar para bırakmış. İçimiz sıcacık evden ayrılırken kapıda bütün yol bize eşlik edecek yeni patili yol arkadaşımız 'Dost' ile tanıştık. Önceki gün eve yürürken bu sabah için anlaştığımız gözlemeci teyzemiz bütün enerjisi, sıcacık çayı, taze gözlemeleri ile bizi bekliyordu. Mis gibi sabah, çam ağacı ve deniz kokusuna karışan gözlemelerin kokusu ve köyün güzelim insanlarının enerjisi ile modumuz iyice yükseldi. Teyzem bir de bize haşlanmış yumurta, zeytin ve bahçesinden salatalık ve maydanozu özenli bir paket yapmış. Gözlemeleri de paket yaptırıp yanımıza aldık. Çayımızı içip yola koyulduk ve tırmanışa başladık.




Mad Max setinden merhaba
Mad Max setinden merhaba

Güneş biz yoldayken doğmaya başladı ve tepeden köyün üstüne doğuşunu izlemek harikaydı. Yürüyüşe başlar başlamaz dik bir çıkışa başladığımızdan terleme, nabız artışı da hemen başladı. Çok geçmeden takip ettiğimiz rotadaki yolun sonlandığı bir noktaya geldik. 2024 yılında bu köyde ciddi bir orman yangını olmuş. Yangının olduğu yerlerin bir kısmına da iş makineleri girmiş. Birden kendimizi Mad Max film seti gibi bir ortamın içinde bulduk. Toprak arazide yol boyunca kesilmiş devasa ağaç gövdelerini aşa aşa yürümeye başladık. Orman kaybolduğu için zaten uzun olan yolumuzu daha da uzatmak ve mecburi olarak iş makinelerinin açtığı daha dik bir çıkışa yönelmek durumunda kaldık. Elbette hiçbir yönlendirme yok. Haritayı çok detaylı inceleyen arkadaşlarımın burası buraya bağlanacak yönlendirmeleriyle geçti bütün günümüz.


Kendi adıma düz yolda yürümüyorsak tırmanışı inişe net tercih ederim. Kaslarımı çok daha kontrollü kullanabildiğim ve nabzım artsa da çok daha hızlı katedebildiğim kısım oluyor. Ancak diz ve kalp rahatsızlığı olanlar için gerçekten zorlayıcı ve riskli de olabilir. Bizim ekibimizde de aritmisi olan biri vardı ve bu kısımda zorlandığını söyledi. Kendisi hem doktor olarak farkındalığı yüksek olduğu için hem de kondisyonu iyi olduğu için bir sıkıntı yaşamadık ama dinlenerek ilerlediğimiz bir başlangıç oldu. Ayrıca daha önce dizinde çapraz bağlarında

sorun yaşamış başka bir arkadaşımız tırmanışta çok zorlandı ve zirveye geldiğimizde şiddetli ağrısı başladı. Dizini sardık, ilaç sürdük ama maalesef yol boyunca ağrısı devam etti. İlk araç bulabileceğimiz yerde Akbük'e arabayla gitmeye karar verse de ormanın ortasında yapacak bir şey olmadığından Sarnıçköy'e kadar yavaş yavaş mecburen yola devam etti. Bu tüm yürüyüşlerde düşündüğüm ve merak ettiğim bir konuydu ama ilk kez başımıza geldi. Hoş değilmiş.

Bu arada peşimize takılan patili dostumuz çok bakımlı olduğundan ve tasması da olduğundan özellikle rotanın başlarında haydi git bakalım desek de bizimle gelmeye devam etti.


'Dost' ve ben zirvede manzarayı izliyoruz:))
'Dost' ve ben zirvede manzarayı izliyoruz:))

Yaklaşık 3 saat boyunca tırmandıktan sonra zirve noktamız olan 800 metreye vardık ve ağaçların altındaki bir düzlükte kahvaltımızı yapmak için mola verdik. Hiç bitmeyecekmiş gibi hissettiren bir şeyin bile biter bitmez sadece bir anı olarak kalışı beni çok etkiliyor. İşte çimenlerin üstünde mutlu bir şekilde gözlemelerimizi yiyoruz, kalp atışlarımız normal, nefeslerimiz sakin. Daha 10 dk önce çıktığımız yokuşu, hislerimizi kahkahalarla anlatıyoruz. Klasik bir metafor vardır ya; önemli olan varılan nokta değil, yolun kendisi diye. Doğada yürüyüş yaparken bu metaforu canlı kanlı hissediyorsun. O zorluğu yaşarken ne hissettin, duyguların nelerdi, sen neler yaptın? Bütün bunlar döndükten sonra seninle kalan kısım oluyor. Kendini cesaretlendirdin ve o çok zor görünen şey için bütün çabanı ortaya mı koydun? Yoksa kendini gereksiz yere mi zorladın, bunun nedeni neydi? Bir yandan yürürken bir yandan bunları uzun uzun düşünecek vaktin oluyor.





Yanlış yoldayız ama yol nasıl güzel !:)
Yanlış yoldayız ama yol nasıl güzel !:)

Molanın devamında bizi bekleyen yol dümdüz, iki tarafı çam ağaçlarıyla kaplı çok güzel bir yoldu. Rahatı görünce konuşmaya dalıp hemen rotayı kaçırdık tabii ki.

Not: Yol çok rahat görünüyorsa her zaman sorgula :))


Yani gelme amacımız yürümek biliyorum ama bu rotayı kaçırıp geri dönmeler sırtında çantayla bir süre sonra çok tatsız oluyor benden söylemesi. Likya yolunda işaretlemeler ve babalar(doğru yolda olduğunu gösteren üst üste dizili taşlar) buraya göre çok iyi olduğundan kısa bir süre sonra işaret görmeyince anlamak daha kolay oluyordu. Burada zaten işaretlendirmeler çoğu yerde hiç olmadığından varsa da aralıkları çok uzun olduğundan telefondan biri bakmadığında hemen rotadan çıkıp daha kolay görünen istikamete doğru gittiğimiz doğrudur :)

Tekrar ormanın içine girdik ve kah inmeli kah çıkmalı zeminde ilerlerken dizinde ağrısı olan arkadaşımız yürümekte iyice zorlanmaya başladı ve Sarnıçköy' ün içine uğramadan yolu yaklaşık 4 km kısaltan ve direkt asfalt araç yoluna inen bir kestirme bulduk. Çok sık araç geçmeyen bu yolda çok kısa bir süre sonra büyük bir şans eseri bir taksi geçti. Görevde değilmiş ve bir işini halletmek için o tarafa gidiyormuş. Durumumuzu anlatınca yardımcı oldu ve arkadaşımızı bindirip, içimiz ferahlamış şekilde, tekrar rotamıza girdik. Ve halihazırda bir sürü şey yaşamışken, dağları aşıp yorulmuşken daha bir önceki yürüdüğümüz yol kadar yolumuz olduğunu fark edince hadi dedik tabanlara kuvvet.


Yolun buradan sonraki kısmında harita temel olarak önümüzde açık olsa da eğer daha kolay görünen bir yol bir yerde rotaya bağlanıyorsa hep diğerinden gitmeyi tercih ettik. Mesela biri çok dik yokuş biri düz ama 1 km daha uzatıyor. Düz olanı tercih ettik çünkü artık dermanımız kalmamıştı. Ve iyi ki böyle yapmışız! Çünkü yolun bu kısmındaki böyle bir tercihle ormanın içine girmeyip, manzarası muhteşem olan bir dağ köyü yolunda yürüdük ve sanıyorum bu kısım benim Gökova Körfezi'nde yürürken en büyülü hissettiğim kısım oldu.


Çocuk masalından fırlamış bir sahne ?
Çocuk masalından fırlamış bir sahne ?

Ortasından çimenler fışkıran toprak bir patika düşünün. Oldukça yüksektesiniz ama öyle güvensiz hissettiren bir yer değil. Alabildiğine yeşil yolun iki tarafı. Gökyüzünün mavisi, ağaçların yeşili ve aradan fışkıran bahar çiçeklerinden başka gözün gördüğü bir şey yok.

Yolun bundan sonraki kısmında hem araziden hem artık çok yorulmuş olduğumuzdan ayaklarımızı kaldıracak gücümüz yoktu ve varış noktamız deniz seviyesi olduğundan dik bir iniş bizi bekliyordu. Yalan yok, o kısım gerçekten zor geçti. Üstelik ağaç dalları ve çalıların belli yerlerde yolu neredeyse kapamış olması işimizi iyice zorlaştırdı. Bir yandan sularımız da azaldı. (Rotada genel olarak suyunuzu doldurabileceğiniz bir yer yok, hazırlıklı çıkın!) Ormanın içinden bir şekilde tekrar bir köye indiğimizde yaklaşık 25 km yürümüştük ve 5 km lik yolumuz kalmıştı, artık asfalt yoldaydık. Ortak kararla kalacağımız yeri arayıp, bizi alırlar mı buradan diye sormaya karar verdik ve olumlu karşılanınca bir hayli mutlu olduk. Yalnız tek sorunumuz vardı 26 km boyunca bizimle yürüyen patili yol arkadaşımızı ne yapacaktık?


Araca almakla ilgili hiçbir problem yaratmayan birine denk geldik ancak hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu yol arkadaşımız araca binmek istemedi. Köyde de kendine bir arkadaş buldu ve bir teyzenin peşine takıldı. Üzülerek ve içimiz rahat etmeyerek de olsa onu orada bırakıp kalacağımız yere geçtik. Üstümüzdekileri yere fırlatıp ışık hızıyla bikinilerimizi giydikten sonra bir Türk kahvesi keyfi için deniz kenarına indik ve bizden önce gelen arkadaşımızla buluştuk. Bu arada önceki gün kaldığımız tatlı çift bizi bir şarj aleti unutmuş olabilir misiniz diye arayınca ona köpeğin hikayesini anlattık belki tanıyordur diye. Meğerse onların köpeğiymiş, çok şaşırdı. Bizimle asla yürümez, köyde dolaşıp eve dönerdi, nasıl geldi oralara kadar dedi. Onu bıraktığımız tam konumu attık. Merak etmeyin mutlu bitiyor, orada bulmuşlar saftiriği. Böylece yeni bir yol yeni bir patili maceramız daha mutlu sonla bitti:))


Bu arada biz de ilk defa duyduğumuz ve geldiğimiz cennetten hallice bir koyda hiç dalgası olmayan durgun denizi seyre daldık. Akbük, oldukça küçük, sezonda muhtemelen kalabalık ama bizim gittiğimiz tarihte harikaydı! O gün akşam denize giremesek de ertesi gün doya doya yüzdüm. Tertemiz, dalgasız, kimsesiz, buz gibi suyun tadını çıkarırken bir kez daha iyi ki yola çıktık be dedim.


Akbük küçük bir koy olsa da birkaç işletme mevcut ve bizim kaldığımız yer bölgenin en eski butik oteli, Akbük Altaş oldu. Burası lüks bir yer değil. Odaları, tuvaletleri normal. Ancak duşun suyu tuzluydu mesela ve sıcak-soğuk ayarı yapılamıyordu. Çocukluğumuzdan çok iyi bildiğimiz o şofben sistemi misali, mükemmel ayarı yapmak bir ustalık işi:)) Ama yazın böyle bir sorun olmaz elbette. Otel konum olarak çok iyiydi, personelleri çok yardımcı ve güler yüzlüydü. Restoranı da oldukça başarılıydı. Uzun ve yorucu bir yürüyüşü bitirmenin haklı coşkusuyla kendimize güzel bir balık ve şarap ısmarladık. Balık yeni tutulmuş, taptaze, çok lezzetliydi. Otelin konaklama fiyatı çok uygun olsa da yeme-içme fiyatları İstanbul standardındaydı.


Akbük'te gün doğumu
Akbük'te gün doğumu

Yemeli içmeli uzuuun bir sohbetin ardından yorgun bedenlerimizi güzel bir uyku için yataklara gönderdik. Ve bendeniz ertesi sabah da sabahın köründe kendiliğinden uyandığı için hem kimseyi rahatsız etmemek hem de zaten çok sevdiğim için gün doğumunu izlemeye deniz kenarına indim. Ah, nasıl özlemişim! Müstakil evlerde oturmanın hemen evden çıkıverebilme özgürlüğünü çok seviyorum. 2 dk sonra deniz kenarına varmıştım ve benimle birlikte bana eşlik etmeye karar verip arkamdaki şezlonga uzanan yeni bir patilinin, kumlara tatlı tatlı vuran hafif deniz sesinin ve koyu saran dağların ardında doğmaya başlayan güneşin hemen doğmadan önce yarattığı renk senfonisinin dışında hiçbir şey yoktu. Başka hiçbir şeye gerek olmayan o anlardan biriydi.


Bir süre sonra kuzenim geldi. Kahve için açık bir yer var mı diye koyda dolanmaya başladık ve bingo! Biz ilk kahvemizi bitirip ikinciye geçerken yavaş yavaş uyananlar da geldi ve sakin bir sabahın tadını çıkardık.


Akyaka'ya transferle geçmeye karar verdiğimiz ve bugünü dinlenme günü ilan ettiğimiz için otelden çıkış saatimize kadar deniz kenarında uzuun bir kahvaltı ve şezlonga yayılıp denize girmeli bir sabah geçirdik. Akyaka'ya yine dün bizi alan kibar beyefendi bıraktı ve yaklaşık 40 dk süren bu yol için ücret almamak konusunda ısrar etti. Biz her türlü versek de her şeyi hep para için yapmayan, zaten alışveriş için gelecektim diyen insanları görmek içimizi aydınlattı.


4. ve 5. Gün: Merhaba Akyaka!


Akyaka'da gün doğumu
Akyaka'da gün doğumu

Akyaka'nın merkezi, Azmak Nehri'nin kenarına kurulmuş bir sahil kasabası tadında. Merkez kısmını yürüyerek 30 dk da dolaşabilirsiniz. Aynı zamanda nehrin hemen öte yanında bulunan deniz, aldığı rüzgar miktarı nedeniyle kitesurfçüler için çok popüler bir nokta haline gelmiş durumda. Burada yoga kampları da sık düzenlenir hale geldi ve gerçekten ilgi çekici, keyifli mekanlar var. Ancak bu elbette fiyatlara yansımış. İstanbul'u İstanbul'da yeterince yaşıyoruz zaten diye aklımdan geçse de en azından verdiğim paranın kalitesini aldığımız yerler bulmak da mutlu etti. Böyle küçük bir yere gelip güzel bir kokteyl içebilmek bir lüks ve bunun da bir bedeli var. No:22 Riders Inn bunlardan biri. Neredeyse her gece canlı performanslar oluyor ve gelen isimler de ilgi çekici oluyor. Bizim gittiğimiz gün Deeprise vardı mesela. Mekan tasarım olarak da güzel, hem gece kulübü gibi kalabalığın, müziğin ve ışıkların içindesin hem de açık alanda olduğundan sigara dumanıyla bunalmayıp canın istediğinde kolayca dışarı çıkabiliyorsun. Rezervasyon gerekli. Biz de gelmeden önce rezervasyonumuzu yapıp bir gecemizi böyle geçirdik. Gece desem de eve döndüğümüzde saat 00.00'e yakındı:)) Günlerin yorgunluğu ve doğada yalnız başımıza geçirdiğimiz 3 günün ardından tamamen farklı bir ortam yordu:) Olayın en zevk aldığım kısmı böyle bir yerden çıkıp 3 dk yürüyerek kalacağımız yere varmaktı. Ben lüks diye buna derim!:D


Tek başıma yürürken manzaranın güzelliğini kimseyle övemeyince fotoğraflamaya doyamadığım anlar
Tek başıma yürürken manzaranın güzelliğini kimseyle övemeyince fotoğraflamaya doyamadığım anlar

Ertesi sabah erkenden uyandım ve tek başıma Akyaka'yı turlamaya karar verdim. Azmak Nehri'nin kıyısına inip nehir boyunca yürümeye başladım. Kıyı şeridini takip ederek başlayıp sonra yukarı çıkıp evlerin arasında dolanarak döndüğüm 1,5 saatlik yürüyüşüm boyunca merkezde tabelalarını gördüğüm Kaya Mezarları ve Idyma Antik Kenti'ne ait Akyaka Kalesi'ni, popüler birkaç yoga ve yeme içme mekanını ekstra bir çaba harcamadan gördüm. Kale hâlâ kazı halinde. Dönüşte evlerin arasından geçerken apartmansız bir dünyanın ve bahçelerindeki harika dutların tadına vara vara yürüdüm. Ve bir kez daha emin oldum, hayatımda yediğim en iyi dutlar burada! Tek başıma yaptığım sabah yürüyüşlerini aşırı seviyorum. Burayı bu şekilde keşfetmenizi size de öneririm. Merkeze döndüğümde 3. nesil kahvecilerden biri açılmıştı. Kızlara da haber verdim ve güzel bir kahvenin ve sessizliğin tadını çıkardım.


Kahvaltı için yine burada çok popüler olan ve en azından bir kez denenmesi adetten olan Azmak Nehri kıyısındaki kahvaltıcılardan birine gittik. Kahvaltı normaldi, ortam keyifliydi. Günün devamı için Akyaka'da bir aktivite yaparız diye planlamıştık ama seçenekler bize çok uymadı. Şöyle ki kitesurfing sıfırdan bir günde öğrenilecek bir şey değilmiş. Akyaka tekne turuna benim dışımdaki herkes daha önce gitmişti ve o da bir kere denenmeli ama yeter tarzı bir aktivite anladığım kadarıyla. Henüz hava yeterince ısınmadığından ve nehir de soğukluğuyla meşhur olduğundan sevgili Biz Evde Yokuz'un Akyaka'da yapılacaklar listesinde gördüğümüz kano, ringo gibi aktiviteler de elendi.




Denk gelirseniz uğrayın !
Denk gelirseniz uğrayın !

Kahvaltıdan sonra Gökova Yerel Üretici Pazarı'na gittik. Böyle yerlerde bazen alacak çok bir şey bulamazsınız ya, işte burası hiç öyle değildi. Yapılan el ürünleri çok kaliteli ve ilgi çekiciydi. Cevizler, enginarlar, poğaçalar, elmalı kurabiyeler her şey çok leziz görünüyordu. Denk gelirseniz mutlaka uğrayın. Günün geri kalanında da boş boş takılmak dışında yapacak bir şey kalmadı açıkçası. Belki Aşıklar Yolu'na arabayla bir gidilebilirmiş ama bir grup bugün bir grup ertesi gün gidecekti. İlk gidecek olanı bindirip arabayla Marmaris'e geçmeye karar verdik. Yaklaşık 45 dk sürüyor. Marmaris Marina oldukça uzun bir hatta sahip. Hem yürümesi keyifli hem de mekan seçeneği Akyaka'ya göre çok geniş. Benim de veda vaktim geldiğimden kızlar beni servise bindirip güzel bir yere oturdular.


Dalaman Havalimanı'na giderken düşüncelere daldım. Bu yürüyüşlere başlamadan önceki halimi, duygularımı, çekincelerimi ve heyecanımı çok iyi hatırlıyorum. Ve işte 4. yürüyüşümüzün sonuna geldik. Her birinde bambaşka duygular, olaylar... Bu yollarda yürürken hepimizin aklında bambaşka sorunlar vardı. Sevdiklerimizle ilgili endişeler, kaybetmenin yası, günlük hayatın sıradan gibi görünen yorucu sorunları... Burada sınırlarımızı zorladığımız her an bu duygulara da meydan okur gibi hissettik hep, paylaşmanın ve destek olmanın ve yola devam etmenin cesaret verici gücü ile sadece rotayı tamamlamadık, kendimizle de yüzleştik. Ve bazen de çok emek versen de çok sevsen de sana iyi gelmeyen bir şeyi bırakmanın, buna karar vermenin esas zor olan şey olduğunu gördük. Yol sana artık iyi gelmiyorsa o zaman o yolu bırakman lazım. Karia Yolu yürüyüşünden payıma düşen en önemli gözlem ve ders buydu sanırım. Böylece bir yürüyüş hikayemizin daha sonuna geldik.


Adettendir : Yol açık, yola çık!


Elçin

Mayıs '25














Comments


#annebenimgezmemgerek

Hakkımızda

Merhaba,

Biz Elçin ve Semih✋🏻

Kısıtlı zaman ve bütçemizle seyahat ediyoruz ve bunu paylaşmayı seviyoruz.

 

© 2024 by annebenimgezmemgerek. Powered and secured by ABGG

bottom of page